DOLAR 34,2266 0.21%
EURO 37,8276 0.11%
ALTIN 2.922,980,26
BITCOIN 20804460.16264%
İstanbul
24°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

  • Menü
X
Japonya’da bir kardiyolog: Esra Kaya

Japonya’da bir kardiyolog: Esra Kaya

ABONE OL
Nisan 2, 2020 08:24
Japonya’da bir kardiyolog: Esra Kaya
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
1986 yılında Çanakkale’de doğdum. Tıp eğitimimi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde aldıktan sonra Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde Kardiyoloji eğitimimi tamamladım. Hayalim iyi bir akademisyen, branşında sayılı isimlerden olmak. Çalışma hayatım dışında, bir hayalim daha var, dünyayı gezmek. Onu da parça parça yapabiliyorum. Gezmek dışında, fotoğraf çekmek, kitap okumak, dil öğrenmek ve yoga yapmak en büyük keyiflerim.

Kardiyoloji alanında uzmanlaşmaya nasıl karar verdiniz?
Tıp fakültesindeyken hem teorik olarak konuları öğrenirken hem de hastanede pratik eğitimi görürken kardiyoloji en keyif aldığım branşlardan biriydi. Kalbin çalışma mekanizması beni hep büyülemiştir. Tıp fakültesinin altıncı sınıfında intörnlük dediğimiz bir süreç var. Bu süreçte kardiyoloji bölümünde çalışırken, hastaneye ölüm korkusuyla gelip, yürüyerek çıkan hastaları gördükçe kafamda iyice şekillendi kardiyoloji uzmanı olma fikri. İnsanları hayata döndürebilmek, bu dünyanın en tarif edilmez mutluluğu bence.

Japonya’ya yolunuz nasıl düştü? MEXT bursuna başvurma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde okurken, amatör bir tiyatro kulübümüz vardı. Yönetmenlerimizden ikisi de Japonya sevdalısı hocalarımızdı. Onlardan biri benim gibi Monbusho bursuyla iki sene kalmıştı Japonya’da. Japonya’ya ilk ilgim o hocalarım sayesinde başladı. Oynadığımız bir oyunu geleneksel Japon tiyatrosu “kabuki”den esinlenerek oynadık, kabuki makyajı, kıyafetleri ve oyunun sahneleniş şekli hepimizi çok etkilemişti. Sonrasında kardiyoloji eğitimim bitince yurt dışı akademik kariyer olanaklarını araştırmaya başladım. Daha önce Avrupa’ya öğrenci değişim programlarıyla gitmiş ve sistemlerini az çok görmüştüm. Hem gelişmiş bir ülke olsun hem de farklı bir ülke olsun diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yine aynı hocam, yapabileceğimi söyleyerek beni yüreklendirdi ve Monbusho bursuna başvurdum. Bursun dosya hazırlama süreci biraz zorlayıcı açıkçası. Epeyce evrak derlemeniz gerekiyor. Üniversite ve uzmanlık sınav notlarının tek tek çıkartılıp İngilizceye çevrilmesi, birçok kişiden tavsiye mektubu almanız, neden Japonya’ya gitmek istediğinize dair iyi bir motivasyon mektubu yazmanız gerekiyor. Şu an hatırlayamadığım belgeler de var. Takibinde İngilizce ya da Japonca sınavı, sözlü mülakat, sonrasında proje hazırlama ve Japonya’da bir üniversiteye kabul ettirme gibi yine stresli bir süreç oluyor. Hazırlayacağınız projenin literatüre faydası olacağına ve özgün bir çalışma olacağına dair burs komitesini ikna etmeniz gerekiyor. Tüm süreç yaklaşık 8-9 ay sürüyor.

Araştırmalarınızı Japonya’da devam ettirmek size neler kattı?
Çok şey, her anlamda. Bilimsel çalışmalara ayrılan imkân ve maddi destek gerçekten sınırsız gibi Japonya’da. Sizden sorumlu profesörünüz sizin herhangi bir çalışmanızı onayladığı sürece, hiçbir sorunla karşılaşmıyor ve her türlü imkândan faydalanabiliyorsunuz. Bilimsel kongre desteği kendi doktorları dışında yabancı ülkeden gelen araştırmacılara da veriliyor mesela. Bu Türkiye’de doktorların kendisinin bile göremediği bir olanak. Kendi ülkem adına üzülüyorum tabi, çünkü bilim yapmaya çalışırken, son teknolojiyi takip edebilmek ciddi bir maddi destek gerektiriyor. Biz bir tane ultrason cihazımız bozulduğunda tüm bilimsel çalışmaları durdurmak zorunda kalabiliyoruz çünkü birçok hastanede yedeği yok, eksilen, bozulan parçanın alınması haftalar sürebiliyor. Japonya’da çalıştığım hastanede hem cihaz sayısı çok fazla hem de bozulan bir şey aynı gün yapılıyor. Siz yeter ki bilim yapmak isteyin, kapılar sonuna kadar açık. Vurgulamak istediğim ikinci nokta, Japonlar kurallara uyan, yaptıkları işi son derece düzgün yapan insanlar. Bu haliyle akademik hayatta da böyle. Son derece kitabına uygun, ince eleyip sık dokuyarak çalışma yapmayı öğrendim. Biz Türkiye’de en azından asistan hekim düzeyinde kendi istatistiksel analizlerimizi yapmayı çoğunlukla öğrenmiyoruz. Kendi kişisel çabanızla öğreniyorsunuz isterseniz. Japonya’da ise, herkes kendi çalışmasının analizlerini kendi yapmayı öğreniyor. Bu süreçte sıfırdan başlayarak, bilimsel çalışma nasıl planlanır, hasta verisi nasıl toplanır, nasıl veri dosyası oluşturulur, nasıl analiz yapılır ve nasıl makale yazılır tekrar, sıfırdan, çok daha disiplinli ve düzgün bir şekilde öğrendim. Üniversitelerin çok prestijli tıp dergilerine üyelikleri bulunduğu için, sınırsız bir makale erişim hakkınız oluyor. Ne araştırma yapmak istiyorsanız, o bilgiye ulaşmanız çok kolay. Bireysel olarak cebinizden bir şey çıkmıyor. Orada bulunduğum iki yıllık sürede çok fazla bilimsel makale okudum, kendime harika bir kardiyoloji makale arşivi oluşturdum. Artık gerçekten “akademisyen” sıfatını hak ettiğimi hissediyorum.

Japonya’da yaşamak hayatınızı ve hayata bakış açınızı nasıl etkiledi?
Hayat tecrübesi anlamında çok şey kattı. Ben oldum olası çok gezen bir insanım ama ilk defa bu kadar uzun süre yabancı bir ülkede yaşadım. Ufak tefek kültür benzerlikleri olsa da Japonya adapte olabilmek açısından Avrupa ya da Amerika’dan daha zor bence. Bu açıdan ilk zamanlarda biraz zordu. Ama başarabildiğiniz için kendinizi güçlü hissediyorsunuz. Sokakta hiçbir yazıyı okuyamamak mesela, çok zorladı, ama beni Japoncayı iyi öğrenmeye çalışmaya itti. Damak tadıma başta çok farklı gelen birçok Japon yemeğini deneye deneye sevdim ve artık hemen hemen tüm dünya mutfaklarının yemeklerini seviyorum. Asya mutfağı damak zevkimi çok genişletti. En güzeli de Japon disiplini uzun süre orada yaşayınca size de sirayet ediyor ve iyi noktalarını kendinize kazandırabiliyorsunuz. Biz doktorlar zaten zorlu şartlarda çalışıyoruz ama çok çalışmayı bir külfet olarak görmeme bakış açımı daha da güçlendirdi bu süreç. Günlük hayatta sakin olmaları, herkese saygılı olmaları, sizin işinizi yapabilmek için azami gayret göstermeleri örnek aldığım ve ülkeme taşımak istediğim diğer özelliklerinden.

Orada yaşarken yeni alışkanlıklar kazandınız mı?
Genellikle kendi yaşamımı Japonya yaşamına adapte ettim denilebilir ama bence en benzersiz kazanımım, Japon yemeği pişirme alışkanlığı. Kendi öğle yemeklerimi “obento” denilen öğle yemeği paketleri şeklinde hazırlamak benim için büyük bir keyfe dönüştü zamanla. Yemek için çubuk kullanma alışkanlığı mesela, bazı durumlarda kesinlikle çataldan çok daha kullanışlı. Bir de maske takma alışkanlığı var. Kötü kokulardan, alerjiden koruyor sizi, harika bir şey.

Japonya’daki çalışma ortamını nasıl buluyorsunuz? Geçen sene Japon kadınlarının sosyal medyadaki #KuToo hareketi gündem olmuştu. Siz de bir kadın olarak çalışma ortamınızda bir sorun yaşadınız mı?
Çalışma ortamı oldukça sıkı, katı kurallar var. Sizden tecrübeli ya da yaşlı olan çalışanlar çıkmadan çıkmanız maalesef iyi karşılanmıyor ve bu konudaki sosyal baskı çok çok güçlü. O kadar güçlü ki, bu sosyal baskı çalışanların çalışma saatlerini resmen kontrol altında tutuyor. Birçok özel şirkette resmi çıkış saati akşam altı olmasına rağmen, akşam on birde bile çalışanların bir kısmı halen çalışıyor olabiliyor. Hem de haftanın birkaç günü hem de birçoğu ek mesai ücreti almadan. Çalışma hayatında maalesef erkek egemenliği belirgin. Zaman zaman çalışan başarılı kadınların da “erkeklerin onlardan daha iyi” olduğuna dair düşünceyi benimsemiş olduğunu üzülerek gördüm birçok sefer. Biz Türkiye’de özellikle tıbbi camiada çok eşitiz. Ben bir kadın kardiyolog olarak Türkiye’de benzer bir tavır hiç görmedim. Kadın doktor sayımız genellikle erkek doktor sayımıza yakındır. Yine de bana karşı böyle bir tavır hiç olmadı. Ben hep saygı hissettim, iyi İngilizce konuşmam, Türk ve Avrupa kardiyoloji cemiyetleri içinde aktif olarak rol almam ve akademik hevesimden dolayı bana hep saygılı davrandılar. Ama tüm kadın meslektaşlarıma böyle davranılmadığını söyleyebilirim. Beni çok etkileyen ve sinirlendiren bir şey bir erkek doktorun bir kadın doktoru, yüzlerce kişinin katıldığı bir bilimsel kongrede eliyle “yeter artık” anlamına gelecek bir işaretle susturması ve kadın meslektaşımın baş eğerek özür dilemesi olmuştu. Kültürel bir şey olduğunu anlayabiliyorum ama yine de 21. yüzyılda bunu kabullenemiyorum maalesef. #KuToo hareketine yönelik hastanede değil ama özel şirketlerde çalışan birçok arkadaşımdan ciddi şeyler duydum. Ciddi baskılar oluyormuş kıyafete yönelik. İlk gittiğim zamanlarda Japon kadınlarının trenlere otobüslere topuklu ayakkabılarla koşup, biri sırtta biri kucakta iki çocuğu yüksek sivri topuklu ayakkabılar üzerinde taşımalarına hayran olurdum. Bunun rahatlıktan değil, mecburiyetten olduğunu öğrenince üzülmüştüm.

Sizi İnstagram’dan takip edenlerin de bildiği gibi gezmeyi çok seviyorsunuz. Japonya’da en çok etkilendiğiniz yer neresiydi?
Evet, çok seviyorum. Biraz da merakınız var ve okuyorsanız, dünya kültürlerini tanımanın en iyi yolu gezmek. Yöre insanını gözlemlemek, yemeğini yemek, müziklerini dinlemek, mimarisini görmek, dili ve dille gelen ifadeleri duymak, benzersiz bir öğreti bence. Japonya’da en çok etkilendiğim yer Yakushima adasıydı. Kyushu adasının en güney ucundaki Kagoshima bölgesine bağlı bir ada Yakushima. Bin küsur yıllık sedir ağaçlarıyla ünlü subtropik bir ada. Ayda 35 gün yağmur var diye esprisi yapılan, çok yağış alması nedeniyle de benim gördüğüm en zengin yeşil tonlarına ev sahipliği yapan harika bir yer. Masal diyarı gibi gerçekten. Yaklaşık 24 km’lik bir yürüyüş rotasıyla bilim insanlarının 7000 yıla kadar yaş tahmini yaptığı dev bir sedir ağacını görebiliyorsunuz. Jomonsugi isimli bu sedir ağacı, ismini Japonya’nın tarihteki en eski tarihi dönemi olan “Jomon” döneminden alıyor. MÖ 14500 yılında başladığına inanılan bir dönem. Düşünsenize 7000 yıldır dünyayı izlemiş bir ağacı görüyorsunuz ve o adada bir sürü böyle ağaç var, resmen büyülemişti beni.

Fuji Dağı’na tırmanmaya nasıl karar verdiniz? Tırmanış süreci nasıl geçti, neler düşündünüz?
Fuji Dağı 3776 metre yüksekliği ile Japonya’nın en yüksek noktası. Japonya’ya gelip, zirvesine tırmanılabildiğini öğrendiğim günden beri hayalimdi. Kimle gideceğime, nasıl gideceğime karar veremiyordum. Fuji Dağı’nın tırmanışa açık olduğu o kısa süreli dönem içerisinde kardeşim de çalıştığım hastaneye kısa süreli gözlemci olarak geldi. O da benim gibi doğa aşığı biridir. Ben tırmanır mıyız diye sordum, tırmanırız dedi, bir anda karar verdik ve 30 Ağustos gibi bizim için anlamı yüksek bir günü seçtik. Tırmanış başta kolaydı. 9 istasyon var zirveye kadar. 5. istasyona kadar otobüsle gittik. 7. istasyona kadar hafif bir rampa tırmanır gibi oluyorsunuz, ancak yedinciden sonra yer yer ellerinizi de kullanarak kaya tırmanışı yapmanız gerekiyor. 8. istasyona kadar tırmanıp (yaklaşık 3400 metrede) orada birkaç saat bir barakada dinlendik. Sabah ikide gün doğuşunu zirvede yakalamak üzere tekrar yola çıktık. En zor kısmı burasıydı. Korkunç güçlü bir fırtına, karanlık, yağmur, soğuk… Son 150 metrede tırmanan herkes tek sıra halinde ve yavaş yavaş ilerliyordu, şiddetli rüzgârda hepimiz yere eğilip kendimizi düşmekten korumaya çalışıyorduk. Kardeşimle birbirimizi sık sık kontrol edip, işaretlerle birbirimiz iyi olduğumuzu anlatıp devam ediyorduk. Aklımda hep şu vardı “Bitirdiğinde Japonya’nın en yüksek noktasına tırmanmış olacaksın”. Havanın o kadar kötü oluşu biraz şans tabi, ama yapabildiğimiz için çok mutluyum. O fırtınaya rağmen, bayrağımızı da Fuji’nin zirvesinde açtık 30 Ağustos’ta. Asker çocuğu iki kardeş için büyük gururdu bu.

İleride Japonya’ya eğitim veya araştırma yapmak için gelecek öğrencilere hangi tavsiyelerde bulunurdunuz?
Orada bulunduğum iki yıllık süreçte Monbusho bursu dışında başka burslarla gelmiş birçok öğrenci arkadaşla da görüştüm. Monbusho bursu kazanılması zor bir burs olduğu için sanırım insanlar biraz daha kıymet biliyor ama, bazı öğrenci arkadaşlarda aynı ciddiyeti göremedim maalesef. Ne yazık ki herkesin bu tip yurt dışı akademik çalışma yapma imkânı olmuyor. Bunun bilincinde olmak lazım. Bu elbette bir başarı ancak aynı zamanda bir şans, o süreci en iyi şekilde değerlendirip, geri döndüğümüzde ülkemize nasıl daha çok katkıda sağlayabileceğimizin, genç arkadaşlarımıza nasıl örnek olabileceğimizin bilincinde olmalıyız. Ne Japonya ne de kendi devletimiz bize gezip, görmek, tatil yapmak için bu imkânı vermiyor. Sahip oldukları şansı iyi kavrayıp, mümkün olduğunca kendilerini geliştirmenin yolunu arasınlar. Gelişebilmek için bu bayrak yarışında her birey üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeli diye düşünüyorum. Bunun için biz genç nesle çok büyük görev düşüyor.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ